
—Dokunamıyorsan sevmek kolay değildir… Ama seviyorsan, dokunmaya gerek yoktur.
Kael, Elora’nın çevresinde rüzgâr gibi dolaşmaya başladı. Onu izledi, onunla yürüdü, bazen sadece gölgesine eşlik etti. Ve Elora, önce korktu. Çünkü alışık değildi yaklaşılmaya. İnsanlar ondan ya uzak durur ya da arkadan dua fısıldarlardı. Ama Kael farklıydı. O, korkmuyor… bekliyordu.
Günlerden bir gün, Elora manastırın bahçesinde yalnız otururken Kael sessizce yanına geldi.
Elinde ince, kuru bir dal parçası vardı.
Onun yanına oturdu ve dalın bir ucunu Elora’ya uzattı:
“Ellerini tutamam biliyorum,” dedi. “Ama belki bunu birlikte tutabiliriz.”
Elora önce gözlerine baktı. Gözlerinde ne acıma, ne merhamet vardı. Sadece kalmak isteyen bir adamın inadı vardı.
Ve o gün… o ilk dokunuş gerçekleşti.
Birbirlerinin ellerine değil, aynı dal parçasına dokundular.
İnce bir şeydi bu. Ama Elora’nın kalbine yıllardır ilk kez bir sıcaklık aktı.
Zaman böyle geçti. El ele değil, dal ucu uca yürüdüler.
Gölgelerinin bile birbirine değmediği günler yaşandı.
Ama içten içe… her şey değişiyordu.
Kael ona hikâyeler anlattı. Savaştığı diyarları, kurtardığı çocukları, kaybettiği dostları…
Ve Elora ilk kez gülümsedi.
Kael o gülümsemeyi gördüğünde dizlerinin bağı çözüldü. Çünkü o gülümseme, karanlığın içindeki en aydınlık şeydi. Ve yalnızca ona aitti.
Elora da Kael’e kendi hikâyesini açtı. Dokunamadan sevmenin nasıl bir azap olduğunu, birine yaklaşmaya çalıştıkça kendi lanetinin geri ittiğini anlattı.
Kael sadece dinledi. Yargılamadı. Tavsiye vermedi.
Çünkü bazı acılar, sadece duyulmak ister.
Birlikte çiçekleri izlediler. Kuşları saydılar.
Ve günlerden bir gün, Kael ona bir kavanoz içinde minik bir çiçek getirdi.
“Bu çiçek sana dokunamaz,” dedi. “Ama sen onu görebilirsin. Bu da bir bağ kurmaktır.”
Ve o çiçek, Elora’nın yatağının başucunda günlerce solmadı.
Geceleri göğe baktılar.
“Orada annemle babam var,” dedi Elora.
Kael başını eğdi. “Artık onlar da beni tanır,” dedi. “Çünkü seni sevdiğimi biliyorlar.”
Ve evet… Elora seviyordu artık.
Kael’in sesini bekliyordu sabahları.
Gözlerinin içini arıyordu konuşurken.
Dokunamasa da, onunla yan yana durduğunda dünya daha az sessiz geliyordu.
Onlar için sevgi, bir kelime değildi.
Bir dal parçasıydı.
Bir bakış, bir duruş, bir suskunluktu.
Ve bazen… sadece aynı anı birlikte yaşamak bile yetiyordu.
Ama Elora’nın kalbinin bir köşesinde hep o sızı vardı:
“Bir gün bana dokunmak zorunda kalırsa… ve ölürse…”
İşte bu düşünce, her gece Elora’nın yorganının altında gizlice ağlamasına neden olurdu.
Kael’in ellerini tutmak istemiyordu sadece…
Onu hayatta tutmak istiyordu.
Kael ise bu sızıyı biliyor, ama hiçbir zaman bahsetmiyordu.
Çünkü o, Elora’ya umut olmak istemişti; endişe değil. Aşkları büyüdü.
Ama her aşk gibi, onlarınki de…
sınanacaktı.
Bir yanıt yazın