Rüzgârın geceyi esir aldığı bir sonbahar gecesinde pencereden karanlık sokakları seyrediyordu. En azından dost sayabileceği tanıdık bir sima. Kafasının içinde dönüp duran düşünceler uykuya dalmasını imkansızlaştırıyordu. Bitkin bedenini, hissettiği son enerji birikintisini harcayarak sandalyesine taşıdı. Masadaki son sigarasını eline aldı. Bütün giden dostları gibi birkaç dakika içerisinde onun da gideceği gerçeği zaten yoğun olan üzüntüsünün iyice artmasına sebebiyet verdi. Kalitesiz kibrit yığınından rastgele bir tane kibrit seçerek sigarasını yaktı. Odada sigaradan daha yoğun şekilde kibrit kokusu vardı. Başını geriye attı, gözlerini kapattı ve hatırladığı anılarla mücadele etmeye çalıştı. İşaret parmağı ve orta parmağı arasında duran sigarayı kuvvetsizce tutuyordu. Sıkı sıkı sarıldığı her şey onu terk etmişken neden herhangi bir şeyi sanki hiç gitmeyecekmişçesine sahiplensin ki! Sigarayı yere düşen küllerine aldırış etmeden derin derin çekiyordu, dumanla dolduruyordu ciğerlerini. O da bitmişti. İzmaritini tam karşısındaki duvara fırlattı ve içinden söylenerek bir şeyleri yakmamasını diledi. Düşünceler rahat bırakmıyordu. Anıların biri gözünün önünden giderken diğeri geliyordu. Mutlu hissettiğini zannettiği anılar! Çoğu zaman hissettiğini zannettiği ve hissettiği şeyler birbirinden bağımsız oluyordu. Bunun farkındaydı ama mutluymuş gibi olmak bile küçük de olsa destek veriyordu. Gözlerini araladı ve havanın aydınlanmaya başladığını gördü. Gökyüzünün o siyah ve mavi karışımı rengine bakmaya başladı. Her şeye küfrederek sandalyeden kalktı ve koyu renkli perdeleri çekerken ışığı bıçak gibi kesmesini, odayı zifiri karanlıkta bırakmasını sağladı. Amaçsızca yatağına geçerek gözlerini kapatıp uykuya dalmayı bekledi. Hayatından kalan dakikaların sadece daha hızlı geçmesi için uyumaya çalıştı.