Hissetmek için renklere ihtiyacı yoktur insanların ve hatta inanılanın aksine kalbe de ihtiyacı yoktur hissetmek isteyenin. Hayat denen karmaşık sürecin tam ortasında durur bize asıl gereken. Her zaman düşünmüşümdür sahip olduklarım arasından en değerlisinin ruhum olduğunu. Pek çok kimse varlığından bi haber yaşar. Bedeni terk edip tüm yaşamı beraberinde götürürken anlaşılır her şeyin temelinde ruhun olduğu fakat bu defa telafisi, geri dönüşü yoktur. Geceleri ansızın duyarım yıpranmış ruhumun yakarışlarını, benden şikayet edişini. Elimde değil !! Hissetmek kabiliyetim, uzun zaman önce anılarımla birlikte beni terk etti. Geçmişime baktığımda gördüğüm manzaralar her seferinde ruhumu daha fazla yaralar. Küçük bir çocukken, en büyük derdim dizimdeki yaralar iken, zannederdim ki insanın ruhundaki yaralar da zamanla kabuk tutar. Vaktiyle kimse bahsetmemişti iyileşme yetisinin yalnızca bedene mahsus olduğundan.
Her seferinde olduğu gibi yine, hem bedenime acımasızca nüfuz eden hem de yaşattıklarıyla düşüncelerimi şekillendiren, zaman gösterdi ruhumun yaralarını nasıl saracağımı. Dünya üzerinde her ruhun bir eşi bulunduğunu öğrenip kendimce umutlanmamı, yazgımın gülerek seyrettiğinden haberim yoktu. Belli ki öyle bir gizlemişti ki son nefesimin hemen öncesine kadar ruhumun sarılacağı bir şey olmayacaktı. Zaten umudun zatı halime eğreti durmasından belliydi.
Her şeyin sonunda ruhumu sarıp sarmalayacak tek ilacın güneş olduğunu kabullendim fakat yaklaşıp dokunmak istesen alevler içinde kalıyorsun, korkup uzaklaştığında buz tutuyorsun. Nereye ait olduğumu bulmak için bir yanıyorum bir donuyorum.